Vatan, yalnızca sınırlarla çizilmiş kara parçalarından ibaret değildir; vatan, toprağın ruhu, suyun hikmeti, gökyüzünün duasıdır. Türkiye'nin bağrında, dalları göğe uzanan çam ormanları, kekik kokulu makilikleri, şırıltılı dereleri ve kadim dağlarıyla şekillenmiş bir başka vatan daha vardır: Yeşil Vatan. Bu vatan, gölgeye muhtaç serçelerin sığınağı, yağmur duası bekleyen köylünün duası, toprağa sırtını dayamış her canlının ana ocağıdır.

Ancak son yıllarda, özellikle de yaz aylarında, Yeşil Vatan bir yangın sarmalının ortasında kalmaktadır. Her biri bir başka yürek acısı olan bu yangınlar, yalnızca ağaçları değil, bir medeniyetin hafızasını da küle çevirmektedir. Yangın dumanları gökyüzünü kararttığında, sadece ormanlar yanmaz; umutlar, çocukların geleceği, kuşların yuvaları ve bin yıllık denge de alevlere teslim olur. Bu yangınlar, doğanın değil insanın ihanetine uğramışlığının bir tezahürüdür.

Orman, sıradan bir bitki örtüsü değil, yaratılmış olanın ilahi nizamla kurduğu bir ahenktir. Her ağacın gövdesi, bir vakıf gibi toprağa sadakatle bağlıdır. Rüzgâr, bu ağaçların dallarında dua gibi dolaşır. Gökte dönen yıldızlar, bu dalların üstünde sakince izlenir. Orman, insana evi hatırlatır; çünkü aslında insanın özü de tabiattandır.

“Yeşil Vatan” ifadesi bu yüzden sıradan bir tanım değil, bir inancın, bir yaşam biçiminin, bir kadim medeniyet algısının adıdır. Toprağı ana bilmiş, ağacı kardeş saymış bir milletin vicdanıdır. Bugün bu vicdan, her bir kıvılcımda biraz daha kanamaktadır.

Yangınlar sadece fiziksel felaketler değildir; doğanın mistik diliyle insanlığa gönderdiği mesajlardır. Her alev, bir “ikazdır” – bizlere toprağı nasıl unuttuğumuzu, kentler uğruna tabiatı nasıl harcadığımızı haykırır. Her duman, “unutma beni” diye yükselen bir çığlıktır. İnsan eliyle başlatılan ya da ihmalle büyüyen bu yangınlar, modernitenin hırsla kestiği doğa sözleşmesinin bedelidir.

Yeşil Vatan’ı korumak, yalnızca çevreci politikalarla değil, bir manevi bilinçle, bir içsel dönüşümle mümkündür. Her fidan, toprağa dikilmiş bir dua gibidir. Her sulanan orman, geleceğe verilen bir sözdür. Bu yüzden mesele sadece orman yangınlarını söndürmek değil, insanın içindeki yangını da durdurmaktır.

Bizler ne zaman ağacı sadece odun, ormanı sadece arazi, yeşili sadece süs saymayı bırakırsak; işte o zaman Yeşil Vatan kendine yeniden bir sabah doğuracaktır.

Bu topraklar, ecdadın bastığı, şehidin düştüğü, duanın yükseldiği yerlerdir. Her yanan orman, aslında bir neslin kendi köklerini ateşe vermesidir. Bu yüzden “Yeşil Vatan” artık bir slogan değil; bir direniş, bir bilinç, bir ruhsal uyanış olmak zorundadır.

Ormanlarımız yandıkça sadece tabiat değil, biz de biraz daha tükeniyoruz.

Yeşil Vatan, bir coğrafya değil; yaratılışın kalbidir. Ve o kalbi korumak, hem bu dünyaya hem Yaradan’a verilmiş bir söz gibidir. Bu sözü tutmak ise, önce içimizdeki vicdanı alevlerden kurtarmakla başlanacaktır.

Hep bereber hep birlikte yeni başlangıçlara ...