Ankara’sız bir Kıbrıs, diplomatik arenada sadece bir sessizlik odası olur.

Kıbrıs’ın rüzgârı her zaman kuzeyden eser…
Ama o rüzgâr, sadece denizi değil; kaderi de taşır.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin bu kaderi, yarım asırdır Türkiye’nin varlığıyla çizilmiştir.
1974’te tank paletleriyle değil, bir milletin vicdanıyla kazındı bu tarih.
O yüzden bugün, yeni Cumhurbaşkanının Ankara’yla müzakere kapılarını kapatma ihtimali; sadece diplomatik bir tercih değil, bir kaderle inatlaşma girişimidir.

KKTC, dünyada sadece Türkiye tarafından tanınan bir devlettir.
Bu gerçek, kimin hoşuna giderse gitsin, değişmez.
O tanımanın ardında sadece diplomasi değil, şehitlerin kanı, askerlerin fedakârlığı ve Anadolu’nun gönül bağı vardır.

Şimdi düşünelim:
Türkiye ile diyaloğu kesen bir Lefkoşa, kendi sesini nerede duyurabilir?
BM’de mi? AB’de mi?
O kapılar yıllardır kapalı. Ve o kapıların anahtarı, Ankara’nın elindedir.

Ankara’sız bir Kıbrıs, diplomatik arenada sadece bir sessizlik odası olur.

Ada’da akan suyun bile kaynağı Anadolu’dur.
Enerji, yatırım, maaş, altyapı… Hepsi Türkiye’nin desteğiyle ayakta durur.
Bu bir bağımlılık değil — bir kader ortaklığıdır.
Kıbrıs’ın bağımsızlığı, Türkiye’nin yokluğunda değil, onun dost elinde büyür.

Müzakere kapısının kapanması demek,
önce protokollerin donması, sonra kasaların boşalması, en sonunda da umutların tükenmesi demektir.
Bir ülke, dostunun elini iterek büyüyemez.
Ankara’nın desteği kesilirse, Kıbrıs’ın ekonomisi sadece değil — halkın morali de çöker.

Bugün adada gece rahat uyunabiliniyorsa, o huzurun bedelini Türk askeri ödediği içindir.
Kıbrıs semalarında Türk bayrağı dalgalanıyorsa, bu sadece bir sembol değil; bir güvenlik teminatıdır.

Cumhurbaşkanının Türkiye ile köprüleri yakması, sadece diplomatik bir mesele değil — savunma meselesidir.
Çünkü Türkiye’siz bir KKTC, Doğu Akdeniz’de yalnız bir hedefe dönüşür.
O boşluğu Yunanistan doldurur, Rum Kesimi doldurur, ama kimse Kıbrıs Türkü’nün çıkarlarını korumaz.

Türkiye’ye sırtını dönmek, iç siyasette de derin yaralar açar.
Çünkü bu toplumun ruhu Türkiye’yle birlikte atar.

Kıbrıslı Türk’ün yüreğinde Ankara’ya kızgınlık olur bazen, ama asla kopuş olmaz.
O bağ, kanla, inançla, kültürle kurulmuştur.

Yeni Cumhurbaşkanı bu gerçeği görmezden gelirse, önce Meclis’te çatlak başlar, sonra sokakta öfke büyür.
Çünkü bu halk, “Türkiye’ye rağmen” değil; Türkiye’yle birlikte var olmuştur.

Bugün birileri “Türkiye’siz bir Kıbrıs mümkündür” diyebilir.
Ama tarih, böyle hayallere gülümsemeyi bile fazla görür.
Çünkü Türkiye’siz bir KKTC,
suyu kesilmiş bir toprak gibidir: önce kurur, sonra çatlar, en sonunda da dağılır.

Gerçek bağımsızlık, kavgayla değil, kardeşlikle olur.
Ve Kıbrıs’ın kaderi, Türkiye’nin kalbinde atmaya devam ettikçe, bu ada ayakta kalacaktır.

O yüzden asıl mesele, Ankara’yla tartışmak değil;
Ankara’yla birlikte konuşmayı öğrenmektir.

Kıbrıs Türkü, Türkiye’nin gölgesinde değil; onun yüreğinde yaşamaktadır.
Ve o yürek atmayı bırakmadıkça, bu ada da var olmaya devam edecektir.